top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıMustafa Çetin

Aydın'da Kaldırım Kültürü

Güncelleme tarihi: 9 Ara 2020

“Kaldırımın da kültürü mü olur yahu?” diyenler olacaktır illa ki. Ama olur canım kardeşim, her şeyin bir kültürü, bir yakışanı, bir raconu olmalıdır ki keşmekeş, çirkin, düzensiz görüntülerle ve eziyetleriyle yaşamayalım. Değil mi?



Ama işte tam da sorunuzda ki gibi; “Aydın’da bir kaldırım kültürü yok!”. Kültürün olmadığı yerde ne olur? Amiyane tabirle, zorbalık, taciz vb. şeyler olur.

Olmayan belli o zaman olanlara bakalım isterseniz. Kaldırım deyince benim aklıma (Aydın’da) iki şey gelir; 1- Araç park yeridir 2- Turunç ağaçları için çiçeklik görevi görür. Sırasıyla ele alalım o zaman.

Yukarıdaki park halinde araçlar olan fotoğrafta da gözlemleyeceğiniz üzere – ki bu şehir merkezindeki en düzgün, en ferah görüntülerdendir – hemen hemen bütün kaldırımlar araçların işgali altındadır. Fotoğrafta gördüğünüz görüntü Aydın’nın en lüks rezidans (residence) binalarından birinin önü. “Yahu bu adamlar niye kaldırımı işgal ediyorlar, kapalı otoparkı yok mu bu binanın zaten?” diye sordum yöneticisine (arkadaşımdı zaten). El cevap; “Var elbette ama otopark dolu, her evde en az 2-3 araç olunca sonuç bu oluyor!” Vay arkadaş! Diyor insan. Son yıllarda şehir içinde, özellikle de şehir merkezinde yaşadığımız trafik çilesinin de temel nedeni bu zaten (bence)… Bunda halkın suçu ne kardeşim? Parası olan alacak tabii ki ailesindeki herkese birer araba. Ne yapsın insanlar; olmayan tramvaya mı binsin, yoksa metroya mı? Neyse konuyu fazla dağıtmadan kaldırımlara döneyim ben.


Gelelim kaldırımların turunç ağaçlarıyla dolu olmasına. “Ağaçta mı olmasın yuhh!” demeyin hemen. Ağaçtır, yeşilliktir elbette olsun ancak hepi topu zaten 1 metre ya olan ya da olmayan kaldırımın orta yerinde de olmasın değil mi ama? Ya kaldırımı daha geniş yap ya da ağaç koyma. Şehirlerde ağaç olmalı ama nasıl? Bakalım büyük şehirlere (tabii ki genelde ecnebi şehirlerine) nasıl bu durum. En klişe örnek New York’un meşhur Central Park’ı. “Yahu New York nire Aydın nire hemşerim?” deme! İmkansızı isteyelim, mükemmeli başaralım değil mi? Yabancı aşıklığı da değildir bu örnekleme, elimizde olmayan ne varsa her şeyin en iyisi ne ise bulalım örnek alalım mümkünse daha iyisini bile yapalım. Neyse adamlar n’apmış? Şehrin göbeğine şehrin ciğerleri olacak bu parkı koymuşlar. Sokaklarda, kaldırımlarda ağaç dikelim diye kasmamışlar. Tamam turunç ağacı elbette şöyle güzel, böyle güzel falan filan… Ama kardeşim düşünsene kaldırımlarda yürüken kılıktan kılığa girişlerimizi, yüzümüze saçımıza yapışan örümcek ağlarını vb… Haa o turunç ağaçları olmasa oraya da araba park ederler o da başka bir açmaz!


Tabii şunu da belirteyim; bu sorun daha çok şehir merkezinde, eski mahallelerde. Gelişiyoruz, büyüyoruz, daha ferah, daha programlı yaşam merkezleri yapıyoruz. Yeni mahalleler şehir merkezine nazaran çok daha ferah. Tabii onlar da kaç yıllık bir öngörü ile yapıldı, oralardaki altyapı bu ferahlığı kaç yıl daha koruyabilir? Göreceğiz… Yani altyapıyı günün koşullarını düşünerek yapsak da başka araçlarla da desteklememiz lazım ki çağın gerisinde kalmasın. Alternatif ulaşım yollarını da insanlara sunmamız lazım ki işte o zaman biz de Norveç vb. ülkeleri örnek alalım akaryakıt fiyatlarının yüksekliğini savunurken. Adamlar alternatif ulaşım şekillerini sunmuşlar halklarına ve de akaryakıtı bu yüzden yüksek tutmuşlar. İnsanlar maliyeti nedeniyle toplu taşımaya yönelsin, metroya binsin, tramvayla gitsin diye düşünmüşler. O yüzden kimse kalkıp da bizdeki akaryakıt fiyatları yüksek değil, Avrupa’da da öyle diye kıyaslama yaparak kendini aklamaya çalışmasın… (tamam çok açıldım, yerele geri dönelim)


“Niye böyle uzun uzadıya saçmaladın sen bu konu hakkında?” derseniz de; elbette bu birkaç yıldır olan bir durum değil. Yıllardır bununla birlikte yaşadık, yaşadım. Ama malumunuz artık 10 aydır babayım ya hani, daha da bir duyarlı oluyorum sanırım, ister istemez (şartlı refleks). Yazayım da rahatlayayım işte yahu…


Haydi bakalım çocuğu bebek arabasına koyalım da iki yürüyelim, hava alalım diyoruz. Evden çıkar çıkmaz ilk kaldırım sürüşümüz en fazla 10 metre sürüyor. Karşımızda park halinde bir araç! İndiriyoruz bebek arabasını aşağıya ve devam ediyoruz. Bir sürede yoldan devam ediyoruz. Bu defa trafikteki seyir halindeki araçların tedirginliği başlıyor tabii ki. Ehh bu sokakta kaldırımlar boş, kaldırımdan devam edelim diyoruz. Bu defa da köşeyi dönene kadar sürüyor kaldırımdaki sürüş. Turunç ağaçları karşılıyor bizi daracık kaldırımda. Sağından geçsen olmuyor, solundan geçsen sığmıyor bebek arabası. Haydi bakalım yine iniyoruz yola. Böyle sürüp gidiyor bebek arabası maceralarımız.


Biz sonunda çareyi kanguru kullanmakta bulduk. Sağ olsun dayımın oğlana aldıkları bir kanguruları varmış, kullanmaya fırsat bulamadan oğlan büyüyüverdi. Verdiler bir deneyin dediler. Ne de iyi ettiler. Bir denedik o deneyiş, var olsunlar, rahat ettik.


Hadi biz bir şekilde çözdük, hadi bizim bu zorluk keyfe kederdi ve de geçici bir olaydı. Peki tekerlekli sandalye ile yaşamak zorunda kalan engelli kardeşlerimiz, arkadaşlarımız, vatandaşlarımız ne olacak? Onlara engel olmaya ne zamana kadar devam edeceğiz?


Sözün özü; gerek altyapı yetersizlikleri gerekse düşüncesizliklerle Aydın’da kaldırımları işgale devam ediyoruz. Kaldırım kültürümüz filan da yok…


Yeter artık şizofren gibi kendi kendime daha fazla soru sormayayım. Şehrimizde daha güzel günler görmek ümidiyle, hoşça kalın…


- 25 Mart 2017 / Mustafa Çetin

38 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page